23 Ocak 2008 Çarşamba

İSTANBUL BOGAZI







Yazan: Orhan Veli Kanıkİstanbul’u Dinliyorum Şiiri
İstanbul’u Dinliyorumİstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;Önce hafiften bir rüzgar esiyor;Yavaş yavaş sallanıyorYapraklar ağaçlarda;Uzaklarda, çok uzaklardaSucuların hiç durmayan çıngırakları;İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı;Kuşlar geçiyor derkenYükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık;Ağlar çekiliyor dalyanlarda;Bir kadının suya değiyor ayakları;İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;Serin serin Kapalıçarşı,Cıvıl cıvıl MahmutpaşaGüvercin dolu avlular,Çekiç sesleri geliyor doklardanGüzelim bahar rüzgarında ter kokuları;İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalıBaşında eski alemlerin sarhoşluğu,Loş kayıkhaneleriyle bir yalıDinmiş lodosların uğultusu içinde.İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;Bir yosma geçiyor kaldırımdan.Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.Bir şey düşüyor elinden yere;Bir gül olmalı.İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;Bir kuş çırpınıyor eteklerinde.Alnın sıcak mı, değil mi bilmiyorum;Dudakların ıslak mı değil mi, bilmiyorumBeyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasındanKalbinin vuruşundan anlıyorum;İstanbul’u dinliyorum.

İSTANBUL DOLMABAHÇE SARAYI




Dolmabahçe Sarayı’nın bugün bulunduğu alan, bundan dört yüzyıl öncesine kadar Osmanlı Kaptan-ı Derya’sının gemileri demirlediği, Boğaziçi’nin büyük bir koyuydu.
Cumhuriyet döneminde, Atatürk’ün İstanbul ziyaretlerinde ikametgâh olarak kullanılan sarayda en önemli olay 1938’de Atatürk’ün ölümüdür. Halkın ziyaretine açık tutulan Atatürk’ün naşı buradan Ankara’ya gönderilmişti. Halen saraydaki saatler bu büyük Türk’ün anısına ölüm saatinde durdurulmuştur. Dolmabahçe sarayı haftanın belirli günlerinde ziyarete açık olup, görülmesi şart olan İstanbul hazinelerinden bir diğeridir.Dolmabahçe Sarayı’nda Muayede Salonundan sonra geçilen ve bu gün (Hususi Daire) adıyla tanınan bölümün denize bakan yönündeki dördüncü oda, Atatürk’ün hayata gözlerin kapadığı tarihi bir oda olarak, bütün eşyasıyla bir müze halindedir.

İSTANBUL KIZ KULESİ


İstanbul’un ve Üsküdar’ın sembolü haline gelen Kız Kulesi; yalnızlığın, aşkın ve ulaşılmazlığın da sembolü olmuştur. Kule için onlarca şiir yazılmış, yüzlerce resim yapılmış ve binlerce fotoğraf çekilmiştir. Alımlı, sevdalı ve denizin ortasında bir başına ve yapayalnızdır. Kız Kulesi, Asya ile Avrupa’nın keşiştiği bir noktada yer alır. Boğazın ortasına bir taş tümseğe oturtulmuş bir kuledir. İki kıta arasındaki konumu sebebiyle dünyada eşi benzeri olmayan yapılar konumundadır.Üsküdar’da Bizans devrinden kalan tek eserdir. M.Ö. 2475 yıllarına kadar uzanan tarihi bir geçmişe sahip olan kule, Karadeniz’in Marmara ile kucaklaştığı yerde minicik bir ada üzerinde kurulmuştur. Tarihi yarımadayi Üsküdar kıyılarından seyretmeyi sevenler, İstanbul panoramasının Kız Kulesi’yle nasıl bir renk ve canlılık kazandığını bilirler. Tarihin eski dönemlerinden beri bilinen bir mevki olan Kız Kulesi, sadece estetik zerafetiyle değil, efsaneleri ve anılarıyla da İstanbul’u zenginleştiriyor.
Kız Kulesi 2000 yılında restore edilerek, ziyarteçilerini lezzetli yemekler ve içecekler eşliğinde zaman geçirebileceği bir mekân haline dönüştürülmüştür. Kız Kulesin’de; kahvaltı, Fast Food tarzı yiyeceklerin yanı sıra asma katta belirli saatlerde yemek servisi alabiliyorsunuz. Kız Kulesi’ne ulaşım Salacak ve Ortaköy’den sandallarla yapılmaktadır.

İSTANBUL ÇIRAGAN SARAYI


Çırağan Sarayı, İstanbul’un Beşiktaş ilçesindeki Çırağan Caddesi üzerinde bulunan tarihi saraydır. Eski Osmanlı Sultanları’nın Sarayı olan mekan tarihin ihtişamı ile modern teknolojinin birleşmesinin en güzel örneğidir. Hikayesi Sultan II. Mahmut ile başlayan, Sultan Abdülmecid tarafından tekrar inşa ettirilen, 1910’da çıkan yangınla tarihe karışan saray, yıllar boyunca Osmanlı sultan ve sadrazamlarına ev sahipliği yapmıştır.
Haliç ve Boğaziçinin en güzel yerleri sultanlar ve önemli kişilere saray ve köşkleri için tahsis edilmişti. Zaman içinde bunların bir çoğu yok olmuştur. Büyük bir saray olan Çırağan’da 1910 yılında sebebi tam olarak bilinmeyen bir yangın ortaya çıkmıştır. Önceki bir ahşap sarayın yerinde 1871 yIında Sultan Abdülaziz tarafından Saray Mimar Serkis Balyan’a yaptırılmıştı. Dört yılda dört milyon altına mal olan yapının ara bölme ve tavanı ahşap, duvarlarda mermer kaplıydı. Taş işçiliğinin üstün örnekleri sütunları, zengin döşenmiş mekanlar tamamlardı. Odalar nadide halılarla, mobilyalar altın yaldızlar ve sedef kalem işleri ile süslüydü. Boğaziçi’nin diğer sarayları gibi Çırağan da birçok önemli toplantıya mekan olmuştu. Renkli mermerle süslenmiş cepheleri, abidevi kapıları vardı ve arka sırtlardaki Yıldız Sarayına bir köprü ile bağlanmıştı. Cadde tarafı yüksek duvarlar ile çevriliydi.
Yıllar boyu harabe halinde duran kalıntı büyük tamirler sonunda yeniden ihya olmuş, yanına ilave edilen eklentiler ile 5 yıldızlı, güzel bir otele dönüştürülmüştür. 1987 yılında, otel olarak kullanılmak amacıyla yabancı bir şirket tarafından restorasyonuna başlanır. Ayrıca sarayın bahçesine de modern bloklar oturtulur. 1992 yılında hizmete açılan saray , halen bu işlevine devam etmektedir. Bahçesinde süs havuzu, iskele ve helikopter pisti bulunmaktadır. Günümüzde birçok sosyal aktiviteye ev sahipliği yapmaktadır. Günümüzde İstanbul’un en ihtişamlı sosyal organizasyonlarına ve düğünlerine imza atmaktadır.

İSTANBUL GALATA KULESİ


İstanbul’u ilk kez ziyaret ediyorsanız, bu muhteşem yapıdan boğazı seyretmeden şehirden ayrılmayın. Kuleden İstanbul’un doyumsuz manzarasını mutlaka seyredin ve bir kez daha bu kıtaların buluştuğu şehre aşık olun.Galata Kulesi 1384 yılında Galata denen Ceneviz kolonisinin surları arasındaki en yüksek noktaya yapıldı. Limanı ve şehri gözetlemek gayesi ile kurulan kule değişik amaçlarda asırlarca kullanılmıştır. Kule bodrumuyla birlikte 61m yüksekliğinde ve 12 katlıdır.
Günümüzde asansör ile çıkılan kulenin üst iki katı restaurant ve gece kulübü olarak organize edilmiştir. Galata Kulesine gelen ziyaretçiler sadece manzarayı seyretmekle kalmayıp isterlerse oryantal dansözler, folklor ekipleri ve şarkıcılar eşliğinde yemeklerini afiyetle tadabilirler. Galata Kulesinden boğazın, Haliç’in ve şehrin mükemmel panaroması izlenebilmektedir.
İstanbul’un en eski ve en güzel kulelerinden biri olan GalataKulesi Bizans İmparatoru Justinianus’un hükümdarlığı sırasında 528 yılında inşa edilmiştir. 13. Yüzyılda Cenevizliler tarafından kullanıldı. 1453′de İstanbul fethedildiğinde Türklerin eline geçti. Restoranında sadece lezzetli TÜrk ve Uluslararası mutfağın tadına bakmakla kalmayıp aynı zamanda boğazın ve şehrin harika manzarasınında zevkine varacaksınız. Gece kulübünde Türk Halk oyunları ve göbek dansını izleyerek geçireceğiniz bir geceyi asla unutamayacaksınız.

İSTANBUL MISIR ÇARSISI




İstanbul’u ilk kez ziyaret ediyorsanız, mutlaka uğramanız gereken yerlerin başında Mısır Çarşısı olduğunu düşünüyoruz. Sadece yerli turistlerin değil ayrıca İstanbul’u ziyarete gelen yabancı turistlerin de mutlaka uğradıkları mekândır. Bundan dolayıdır ki Mısır Çarşısı’nda çalışan bir çok kişi turistlerle pazarlık yapabilecek seviyede 3-4 yabancı dil konuşmayı iyi bilir. Çarşı, 1691 ve 1940 yıllarında geçirdiği iki büyük yangından sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilerek son haline kavuşmuştur.Mısır Çarşısı Eminönü’nde, Yeni Cami’nin arkasında ve Çiçek Pazarı’nın yanında yer alır. İstanbul’un en eski kapalı çarşılarından olan Mısır Çarşısı 1660 yılında Turhan Sultan tarafından yaptırılmıştır. Aktarlarıyla meşhur bu çarşıda halen meze, kuru yemiş, bitki, şifalı ot, zeytin ve peynir çeşitleri, kurutulmuş meyve, pestil, el sanatları ve giyim eşyası satanlar çarşı esnafını oluşturuyor.

İSTANBUL KAPALIÇARSI


Doğu’yla Batı’nın Buluştuğu Çarşı
Tarihi yarımadaya yayılmış asırlık bir çınara benzer Kapalıçarşı. Yangınlar ve depremlerle defalarca harap olmuş ancak her defasında dirilmesini bilmiştir. Bugün devasa alış veriş merkezleriyle rekabet etmeye çalışan çarşı, bir çekim merkezi olmayı sürdürüyor.
Mimarisi, kapladığı devasa alan, dükkanlarının sayısı ve etkileyici atmosferiyle pek çok Doğu ülkesinde karşımıza çıkan çarşıların ilham kaynağıdır Kapalıçarşı. Nuruosmaniye ile Beyazıt’ı birbirine bağlayan iki ana kapı ve onlarca ara sokaktan oluşan İstanbul’un bu 4 asırlık çarşısı, yerli ve yabancı turistler için her zaman çekim merkezi olmayı sürdürüyor.
Işıl ışıl devasa bir labirenti andırır Kapalıçarşı. Yönlendirme levhaları vardır ama yolunuzu kaybetmeniz içten bile değildir. Günümüzde kuyumcularla ve halıcılarla özdeşleşen, canlılığını hiç kaybetmeyen çarşının imajı aslında turistlerin nezrinde pek de iyi değildir. Bazı esnafların turistlere “yolunacak kaz” muamelesi yapması bunda en önemli etken kuşkusuz. Hatta bu konu turistlerin şehir rehberlerine kadar girmekte, Kapalıçarşı’dan alış veriş yapmamaları konusunda uyarılmaktadırlar. Birbiri ardına açılan modern alış veriş merkezleri de çarşının kan kaybetme nedenlerinden biridir. Tüm bunlara karşın Kapalıçarşı günün her saatinde hareketli ve kalabalıktır. Esnaf, kimisi alış veriş çoğuysa dolaşmak için gelen ziyaretçileri ısrarlı olarak kendi mağazasına çekmeye çalışır. Türkiye’de elde imal edilen ve ihracatı yapılan hemen her şeyi bulmak mümkündür. El halıları, mücevherler, gümüşten yapılmış eserler, bakır, bronz hediyelik, dekoratif eşyalar, seramik, deri ürünleri ve Türkiye hatıraları, kısacası geleneksel Türk sanatının en güzel örneklerini zengin bir koleksiyon içinde bulmak mümkündür. Zaman içinde dükkanların büyük bölümü fonksiyon değişikliğine uğramıştır. Örneğin yorgancılar, terlikçiler, fesçiler gibi meslek grupları sadece sokak ismi olarak hatırlarda kalmıştır.
Bugün büyük bölümü kuyumcu ve halıcı dükkanlarından oluşan bu devasa çarşıyı oluşturan iki önemli bölüm bulunuyor: İç bedesten ve yeni bedesten. Fatih döneminde inşa edilen iç bedesten, cevahir bedesteni olarak da anılır, iki dizi kalın ayağı bağlayan tuğla kemerlere oturan on beş kubbeyle örtülü, büyük kâgir bir çarşıdır ve yapını çekirdeğini oluşturur. İç bedestenden Doğu’ya doğru ilerlediğinizde, yeni bedesten çıkar karşınıza. İşte burası Osmanlı’nın ilk anıtsal yapılarından biridir ve sandal bedesteni diye de anılır. Nedeni, “sandal” diye tabir edilen değerli kumaşların burada dokunuyor olmasıdır. Yazılı kaynaklara bakılırsa bu iki yapının çevresindeki ahşap dükkânlar ve aralarındaki yollar kâgir tonozlarla örtülüp, yan sokaklar da kapatılarak birleştirilmiş. Bu birleşmeyle çarşının kapasitesi artmış. İki bedestenle birlikte toplam 4 bin 399 dükkân, 2 bin 195 dolap, 1 han, 1 cami, 10 mescit, 16 çeşme, 2 şadırvan, 1 sebil, 1 kuyu, 1 türbe ve değişik esnaf gruplarının yer aldığı 24 han ortaya çıkmış. Çarşı, 1701-1702 yıllarında büyük bir yangınla tahrip olmuş. Ancak hemen ardından dükkanlar kâgir tonozlarla örtülerek yeniden inşa edilmiş. Büyük 1894 Depremi ise çarşıya ağır bir darbe vurmuş. Yıkılan yerler, Sultan II. Abdülhamit tarafından onarılmış. Yangınlar çarşının peşini hiç bırakmaz. Bu kez de 1943 ve 1954 yıllarında yangınlar olur, kapsamlı bir onarım ancak 1980’den sonra gerçekleşir. Bu sayede kalem işleri yeniden elden geçirilir. Çarşı içinde esnafına ait duvarlar boyunca dolap ya da sandık denen odalar yer alır. Bunun nedeniyse, eskiden devlet önde gelenlerinin ve zenginlerin değerli eşyasını ve paralarını buralarda saklanmasıdır. Doğu’nun bu en büyük çarşısının doğal olarak pek çok pek çok girişi ve kapısı bulunuyor. Kapılar, hala eski adlarıyla anılıyor; kuzeye bakanı Sahaflar, güneyi Takkeciler, doğudaki Kuyumcular ve batıya açılanı ise Zenneciler olarak…
Kapalıçarşı edebiyata, sanata defalarca konu olmuştur. Orhan Veli’nin “Kapalıçarşı” adlı unutulmaz dizeleri, bu çarşıyı belki de en iyi ifade eden dizelerdir. Eminim tekrar tekrar görmüş olsanız bile bu şiiri okuduğunu da çarşının kokusu ve otantik dokusu gözünüzün önüne gelecek ve sizi kendine buyur edecektir…
Giyilmemiş çamaşırlar nasıl kokar bilirsin,Sandık odalarında;Senin de dükkanın öyle kokar işte.Ablamı tanımazsın,Hürriyette gelin olacaktı, yaşasaydı;Bu teller onun telleri,Bu duvak onun duvağı işte.Ya bu camlardaki kadınlar?Bu mavi mavi,Bu yeşil yeşil fistanlı…Geceleri de ayakta mı dururlar böyle?Ya şu pembezar gömlek?Onun da bir hikayesi yok mu?Kapalı Çarşı deyip de geçme;Kapalı Çarşı,Kapalı kutu

20 Ocak 2008 Pazar

İTALYA ROMA


KatedralUlu ve muazzam bir katedral olan bu beyaz mermer, çan kuleleri ile dolu, duvarının beşikçatı ile birleştiği yerdeki üçgen bölümleri, üzerindeki sivri tepeli kuleleri ve heykelleri ile, arnavut kaldırım taşlı büyük gezinti yolunun en sonunda yer alamaktadır.1386 yılında Gian Galeazzo Visconti'nin emri ile başlatılan inşası, 15. ve 16. yüzyıllarda İtalyan, Fransız ve Alman duvarcı ustalarının da el emeği ile tamamlanmıştır. 1805-1809 yılları arasında Napolyon'un emri ile yapılmış olan ön cephe'nin tasarımı, Fransız mimar Nicolas de Bonaventure tarafından gerçekleştirilmiştir. Olağanüstü yükseklikteki 50 adet sütun tarafından dört adet koridor oluşturulmuştur. Transeptler üç adet koridora sahiptir. İspanyol II Philip'in hediyesi olan kripta'da 1584 yılında ölen ve Milano'nun piskoposu olan San Carlo Borromeo'nun mezarı bulunmaktadır. Bina, 135 adet sivri kule ve beyaz mermerden yapılmış incelik ve zerafet dolu heykeller ile süslemiştir. Tepede, sivri kulelerin en yükseğinde, Meryemana'nın yaldızlı küçük bir heykeli bulunmaktadır.Via ve Piazza MercantiVia Mercanti caddesinde, ön cephesinde aziz heykellerinin bulunduğu ve 1564 yılında inşa edimiş Yargıtay Sarayı bulunmaktadır.Dünyanın en meşhur opera binası olan La Scala (Teatro alla Scala), 1776 - 1778 yıllarında Santa Maria della Scala Kilisesinin bulunduğu yere inşa edilmiştir. Opera binasının salonunda Rossini, Bellini, Donizetti, ve Verdi'nin heykelleri bulunmaktadır. Scala Müzesi, tiyatrosal hatıralara ev sahipliği etmektedir.Brera Sarayı ve Resim Galerisi17. Yüzyıl sarayıdır. Lombardia ve Kuzey İtalya sanatçılarının zengin eserleri bulunan resim galerisinde Piero della Francesca, Signorelli, EI Greco, Caravaggio, Rubens, Rembrandt, Van Dyck, Tiepolo, Canaletto ve Guardi'nin çalışmalarının yanı sıra 15. - 16. yüzyıl Lombardia Okulu resimleri çok iyi muhafaza edilmiştir.Sforza Kalesi (Castello Sforzesco).Bu yapı dört kenarlı heybetli bir tuğla bloğundan oluşmaktadır. 15. Yüzyılda Francesco Sforza tarafından, eski Visconti kalesinin hemen yanıbaşına inşa ettirilmiş olan bu kale, 19. yüzyılda restore edilmiştir. Kare planlı 240 m. uzunluğunda dört adet kenarı, büyük bir avlusu, 90x70 m. boyutlarında silah meydanı, Ludovico il Moro tarafında inşa ettirilen ve Bramante'ye atfedilen harikulade bir loggia'sı bulunan kalenin duvarlarının kalınlığı yaklaşık 36 m.dir.Eski Sanatlar MüzesiKaledeki müze, 14. yüzyıl Barnabo Visconti mezarı ve Michelangelo tarafında yapılan Pietà Rondanini'nin yanı sıra çok güzel heykellere ev sahipliği yapmaktadır.Santa Maria delle Grazie KilisesiBramante tarafından 1465 - 1490 yılları arasında Dominican'lar için inşa edilmiş bir Rönesans yapısıdır.Geçmiş zamanlarda Manastır yemekhanesi olarak kullanılan kilisenin sol tarafında, Leonardo da Vinci tarafından 1495 - 1497 yıllarında yapılmış dünyaca meşhur ''L'Ultima Cena'' ya da 'Last Supper' olarak adlandırılan 'Son Yemek' sahnesi bulunmaktadır. Bu fresk, değişik dönemlerde defalarca restore edilmiştir. Bu sahne, İsa'nın havarilerine "içinizden birisi bena ihanet edecek" sözünü söylediği andaki dramatik manayı tasvir etmektedir.Sant'Ambrogio BazilikasıBazilika ilk olarak, 4. yüzyılın sonlarında Milano'ya piskopos olarak atanan, Alman soylularından, San Ambrose tarafından inşa ettirilmiştir. Bugünkü yapı ise, 11. - 12. yüzyıllarda Lombardia Romaneski tarzında inşa edilmiştir. Cripta'sında Sant'Ambrose'dan geriye kalanlar muhfaza edilmektedir.Poldi Pezzoli MüzesiEserler, harikulade bir şekilde döşenmiş bir konakta sergilenmektedir.Antik silah ve zırhlar, iran halıları ve zengin bir Rönesans resim kolleksiyonuna ev sahipliği yapmaktadır.Ayrıca, dünyanın en önemli müzelerinden birisi olan Ulusal Bilim ve Teknoloji Müzesi ziyeretçilerin ilgi odağıdır.

BODRUM


Bodrum in History
Established on an historical peninsula at the point where the Aegean and Mediterranean seas meet, Bodrum is a seaside town which has an impressive history. Bodrum is built on Halikarnassos, one of the most renowned cities of ancient times. The first native peoples of the area were the Karians and the Lelegs. Herodotos ( 484-425 B.C.) recorded that the Karians, known then as the Lelegs, lived on the islands before moving onto the mainland. Also according to Herodotos, Halikarnassos was established by the Dors who came from Troizen, which was situated to the east of Mora. The Dors reached Southwest Anatolia, via the islands, around 1000 B.C. The first settlement of Halikarnassos was established where the castle rises today, although that was then an island named Zephyria. Bodrum Today
Today, Bodrum makes its living mainly from tourism. Also, with the developments in technology, many fish farms have been set up. A wide variety of fish are bred at these world class farms, for both domestic and international markets. Apart from these, the world famous Milas carpets and kilims are produced, using natural root dyes, in the villages of Çömlekçi, Etrim and Karaova. Bodrum and Tourism
We have emphasised that Bodrum's main source of income today is tourism. The local and foreign tourists who visit Bodrum are offered many different possibilities. One of Bodrum's most notable characteristics is its exuberant night life. The bar quarter of this beautiful town is a gathering point for those in search of entertainment. Those who come to this impressive peninsula to leave behind the weariness of the working life and relax, find the opportunity to enjoy a different atmosphere at these bars and clubs. But don't assume that the possibilities for fun and entertainment are limited to this! A wide variety of bars, clubs, and restaurants scattered around various parts of Bodrum provide enjoyment late into the night. You can be sure that the Bodrum nights will hold a special place in your memories long after you depart.

19 Ocak 2008 Cumartesi

İSKOÇYA


Puslu dağları, kareli İskoç yünlüsü, viskisi, gaydası, şatoları ve değişik gelenekleri ile ülkeye ayak basan bütün turistleri etkisi altına alan İskoçya; insanın hayatında en az bir kere görmesi gereken yerlerin başında gelir.
78 bin km2 yüzölçümü olan İskoçya, Britanya adasının kuzeyinde yer alır. Belli başlı iki coğrafi bölgeye bölünür: Kuzeyde Highlands bölgesi, Grampians ve Ben Nevis dağlarının eteklerindeki yüksek topraklar, güneyde ise ovaların oluşturduğu Lowlands bölgesi. 5,2 milyon olan nüfusunun büyük çoğunluğu başkent Edinburgh çevresinde yerleşmiştir.
Kayalık dağları, funda kaplı bataklıkları, gölleri ve coşkun akan ırmaklarıyla İskoçya'nın dağlık bölgeleri doğal hayatın ve nadir bulunan bitkilerin zenginliğine sahip bir güzellik abidesidir. Kuzey doğuda yazlık kraliyet sarayı olan Balmoral' ın da aralarında bulunduğu sayısız şato ve tarihi mekanı vadilerinde barındıran Grampian Dağları uzanır. Bu bölgeyi keşfetmek için kalınacak en uygun yer, başlıca balıkçılık limanlarından ve petrol endüstrisinin merkezlerinden biri olan Aberdeen' dir. İskoçya' nın başkenti Edinburgh, kayaların üstüne kurulu ve tarihi şehirle ana cadde Royal Mile' ye hakim bir konumda bulunan şatosu başta olmak üzere birçok çekici özelliğe sahiptir. Ağustos' ta şehir; tiyatro, müzik ve Askeri bando geçidi gibi geleneksel kutlamaları içeren Edinburgh festivaline ev sahipliği yapar. İskoçya' nın güzel manzaralı bir başka şehri de Victoria dönemi mimarisi, sanat galerileri, dükkanları ve müzeleriyle Glasgow' dur.

15 Ocak 2008 Salı

SÜMELA MANASTIRI




SÜMELA MANASTIRI


Sumela Manastırı Sumela Manastırı ( 9.99 MB )
Trabzon'un Maçka İlçesinin Altındere Köyü sınırları içinde Altındere vadisine hakim Karadağ'ın eteklerinde sarp bir kayalık üzerinde kurulmuş olan Sumela Manastırı, halk arasında “Meryem Ana” ile anılır. Vadiden yaklaşık 300 metre yükseklikte bulunan yapı, bu konumuyla manastırların şehir dışında, ormanlarda, mağara ve su kenarlarında kurulma geleneğini sürdürmüştür.
Meryem Ana adına kurulan manastırın “Sumela” adını siyah anlamına gelen “melas” sözcüğünden aldığı söylenmektedir. Bu ismin manastırın kurulduğu koyu renkli Karadağlardan geldiği düşünülmekte ise de, Sumela kelimesi buradaki Meryem tasvirinin siyah rengine bağlanabilmektedir.
Rivayete göre; Bizans İmparatoru I. Theodosius zamanında (375-395) Atina'dan gelen Barnabas ve Sophronios isimli iki rahip tarafından kurulmuş olan manastır 6. yüzyılda İmparator Justinianus'un manastırın onarılarak genişletilmesini istemesi üzerine generallerinden Belisarios tarafından tamir edilmiştir.
Sumela Manastırının şimdiki durumuyla varlığını 13.yüzyıldan itibaren sürdürdüğü bilinmektedir. 1204 tarihinde kurulan Trabzon Komnenosları Prensliği'nden III. Alexios (1349-1390) zamanında manastırın önemi artmış ve fermanlarla gelir sağlanmıştır. III. Alexios'un oğlu III. Manuel ve sonraki prensler döneminde de Sumela yeni fermanlarla zenginleştirilmiştir.
Doğu Karadeniz kıyılarının Türk egemenliğine girmesini takiben Osmanlı Padişahları pek çok manastırda olduğu gibi Sumela'nın da haklarını korumuşlar, bazı imtiyazlar vermişlerdir.
Sumela Manastırı'nın 18. yüzyılda bir çok bölümü yenilenmiş, bazı duvarlar fresklerle süslenmiştir. 19 yüzyılda büyük binaların ilave edilmesi ile manastır muhteşem bir görünüm kazanmış, en zengin ve parlak dönemini yaşamıştır. Bu dönemde son şeklini alan manastır pek çok yabancı seyyahın ziyaret ettiği, yazılarına konu edilen bir yer haline gelmiştir.
Trabzon'un 1916-1918 yılları arasındaki Rus işgali sırasında manastıra el konulmuş, 1923'den sonra tamamıyla boşaltılmıştır.
Sumela Manastırı'nın başlıca bölümleri; Ana kaya kilisesi, birkaç şapel, mutfak, öğrenci odaları, misafirhane, kütüphane ile kutsal ayazmadır ve bu yapılar topluluğu oldukça geniş bir alan üzerine inşa edilmiştir.
Manastırın girişinde su getirdiği anlaşılan büyük su kemeri yamaca yaslanmış durumdadır. Çok gözlü olan bu kemerin bugün büyük bir bölümü yıkılmıştır.
Dar ve uzun bir merdivenle manastırın ana girişine ulaşılmaktadır. Giriş kapısının yanında muhafız odaları bulunmaktadır. Buradan bir merdivenle iç avluya inilmektedir. Solda, manastırın esasını teşkil eden ve kilise haline getirilen mağaranın önünde çeşitli manastır binaları bulunmaktadır. Sağ tarafta kütüphane yer almaktadır. Yine sağda yamacın ön yüzünü kaplayan büyük balkonlu bölüm keşiş odaları ve misafir odaları olarak kullanılmıştır ve 1860 yılına tarihlenmektedir.
Avlunun etrafındaki binalarda odalardaki dolapları, hücreleri, ocakları ile Türk sanatının etkileri de görülmektedir.
Manastırın ana ünitesini meydana getiren kaya kilisesinin ve ona bitişik şapelin iç ve dış duvarları fresklerle donatılmıştır. Kaya kilisesinin içinde avluya bakan duvarda III. Alexios dönemine ait fresklerin varlığı tespit edilmiştir. Şapeldeki freskler ise 18. yüzyılın başlarına tarihlenmektedir ve üç ayrı devirde yapılan üç tabaka görülmektedir. En tabakanın freskleri daha üstün niteliktedir.
Sumela Manastırında yer yer sökülerek alınmış olan ve oldukça harap bir görünüm taşıyan fresklerde işlenen başlıca konular İncil'den alınmış sahneler, Hz. İsa ve Meryem Ana hayatıyla ilgili tasvirlerdir.

14 Ocak 2008 Pazartesi

YALOVA SU DÜŞEN ŞELALESİ


YALOVA

YALOVA

Bu kez Marmara kıyısına kaplıcaları ile ünlü Yalova´dayız. Ama bu sefer biraz daha farklı bir turizm anlayışıyla gezeceğiz…



Yalova, termal suları, yazlık evleri ve doğal güzellikleri ile gözde tatil yerlerinden biri. İstanbul'dan Yalova'ya gitmek için en kolay yol, İstanbul Deniz Otobüsleri'nin Yenikapı veya Pendik'ten kalkan feribotları. Bu şekilde İstanbul'dan çıktıktan yaklaşık bir buçuk saat sonra Yalova'dasınız.
Bizim ilk durağımız binlerce çeşit bitkiyi tanıyabileceğiniz Canlı Bitki Müzesi Karaca Arboretumu. Bunun için "Termal" tabelalarını takip ediyoruz. Arboretum, Termal'e giderken Samanlı Köyü çıkışında.
Çölleşme ve erozyonu engellemek için çalışmalar yapan Tema Vakfı, Biyotematur adı altında geziler düzenliyor. Biz de aslında bu turlardan birinin güzergahını takip ediyoruz.
Yaz aylarında dinlenmek için ilk tercih edilen yerler deniz kenarı, ormanlık alanlar ya da piknik yerleri. Oysa, doğayla başbaşa olmak için başka seçenekler de var. Bunlardan biri Tema Vakfı'nın düzenlediği Biyotematur adı altındaki geziler. Bu gezilerle hem doğayla içiçe olup, hem de ülkemizin biyolojik zenginliklerini tanımak mümkün. Bunun diğer bir adı da eko turizm.
Tema Vakfı'nın sadece Türkiye'nin değil, neredeyse bütün Avrupa'nın tek insan eli değmemiş orman ekosistemini barındıran Artvin Camili Ormanı, geçit kuşlarının göç yolları üzerinde bulunan Karçal Dağları ve yaşlı orman niteliğindeki Görgit Yaylası gibi yerlere konaklamalı gezileri var. Ayrıca Abant, Erikli Yaylası ve Karaca Arboretumu gibi yörelere de günübirlik geziler düzenleniyor.
Karaca Arboretumu'na doğru yeşillikler içinde yolda giderken zaten içiniz açılmaya başlıyor.
İçeri girdiğinizde ise bambaşka bir dünya çıkıyor karşınıza. Birkaç saatliğine, ince, uzun, çiçekli çiçeksiz binbir bitkiyle şehrin bütün stresinden tamamen uzaklaşıyorsunuz.
Arboretumun kurucusu Hayrettin Karaca, artık burayı vakfa dönüştürmüş. "Burası herkesin" diyor ve tüm doğaseverleri Yalova'ya çağırıyor.
135 dönüm üzerine kurulu Karaca Canlı Bitki Müzesi'nde 7000'den fazla bitki türü görülebiliyor. Güney Amerika'dan, Avustralya'dan, Çin'den, İran'dan, kısacası dünyanın her yanından ağaçlar getirilmiş. Hayrettin Karaca bir çok fidanı bizzat yerine gidip getiriyor. Örneğin şimdi dünyanın en geniş meşe koleksiyonu Karaca Arboretumu'nda. Burada 250'den fazla meşe türü var ve bu sayı 300'e doğru gidecek gibi görünüyor.
Aslında canlı bitki müzesi, eğitim amaçlı bilimsel bir yer, ancak pazar günleri halka açık. Hafta içinde ise gruplar halinde randevu alınarak dolaşılabiliyor.
Karaca Canlı Bitki Müzesi mutlaka bir rehber eşliğinde geziliyor. Bu sayede nadir olanlar dahil buradaki ağaçlarla ilgili son derece ilginç bilgiler öğrenmek mümkün.
Arboretum'u gezerken, aslında bitkilerle ilgili bilmediğimiz çok şey olduğunu farkediyor insan. Mesela eskiden lastik yapımında kullanılan ağacın yaprağı, doğanın sunduğu güzelliklerin sadece bir örneği.
Aslında soğuk iklim bitkisi olduğu için, mavi bir tabaka ile kendini koruyan çam türünü, gövdeleri, dallarıyla türlü şekillerde ağaçları, 3000 yıl yaşayabilen bir ağacın özelliklerini tanımak son derece etkileyici.
Adını daha önce duyduğunuz ya da duymadığınız birçok bitkiyi burada tanıyabiliyorsunuz. Bütün ağaçların üzerinde, bitkinin türünü gösteren Latince bir etiket var.
Karaca Arboretumu geçen sene çok seçilerek verilen "Ağaç İlmi Cemiyeti" ödülü almış. Burası aslında bir bitki gen kaynağı.
Arboretum'da bazı temel kurallar var. Bunlardan bir tanesi alışılmışın aksine "lütfen çimenlere basın" uyarısı. Bunun nedeni de basılan her toprak parçasında bitki filizleri ya da tohumlarının bulunuyor olması.
Burada yüksek sesle konuşmak yasak ama çimenlere basmak kesinlikle serbest. Yüksek ses yasağının sebebi de burada yaşayan kurbağa, kertenkele gibi hayvanların ve kuşların sesten ürküyor olması.
Arboretum'dan dönerken, üretim ve satış yapılan fidanlıktan buradaki doğanın bir parçasını alıp, evinize götürebilirsiniz. Böylece aynı zamanda Canlı Bitki Müzesi'ne de katkıda bulunmuş oluyorsunuz.
Biz, şimdi Arboretum'dan çıkıp, başka bir doğal zenginliğe, Termal'e doğru yola koyuluyoruz.
Şimdi Yalova denince ilk akla gelen yerlerden birini, Termal Kaplıcaları'nı gezeceğiz. Burası iki oteli, restoranı, termal havuzları ve tarihi yerleri ile 1600 dönümlük bir alan üzerine kurulu.
Yalova Termal Kaplıcaları Sağlık Bakanlığı'nın işletmesinde kaynak sularının faydalarından yararlanmak isteyenleri ağırlıyor. Tesisin içindeki otellerde kalıp, birkaç haftalık kürlere katılanlar da var, günübirlik havuzlara gelenler de.
Ayak suyu, göz suyu ve mide suyu gibi, farklı bölümlerde kaynak sularından faydalanmak mümkün.
Yalova'daki termal sular yerin altından 66 derece olarak çıkıyor. Daha sonra fıskiye yöntemi ile 33-34 dereceye kadar soğutuluyor. Bu sulardan hem içerek hem de banyo kürü yaparak yararlanmak mümkün.
Kaplıcalara gelenlerin bir kısmı hastalıklarına şifa bulmak amacında. Suların solunum yolları hastalıklarından mide rahatsızlıklarına birçok sağlık sorununa iyi geldiği söyleniyor.
Bazıları ise sadece sıcak sularda rahatlamak için buraya geliyor.
Civardaki piknik alanlarından gelen mangal kokusu ve kalabalık zaman zaman rahatsız edici olsa da, Dilek Köprüsü'nden geçip, buhar bölümünden bir iki nefes alarak kaplıca turuna devam ediyoruz.
Yalova Kaplıcaları'nda sağlık bulmanın yanı sıra tarihle içiçe bir tatil de geçirebilirsiniz, çünkü geçmişte burası şifalı suları sayesinde hep sağlık merkezi olarak kullanılmış.
Kaplıcalar, Osmanlı'da ve Cumhuriyet döneminde hep önemli bir sağlık kaynağı olmuş. Burası aynı zamanda Atatürk'ün çok zaman geçirdiği yerlerden biri. "Atatürk Köşkü" tesisin içinde.
Ulu Önder için bu köşk 1929 yılında 38 günde tamamlanmış. Yerli ve yabancı turistler buraya gelince köşke de mutlaka uğruyor. Zaten Yalova'nın her köşesinde Atatürk'ün izleri var.
Ayrıca tarihi hamam, kaplıcaların dış kısımlarındaki kabartmalar, bizans kalıntıları, tarihin buradaki izlerinden birkaçı.
Yavaş yavaş Yalova'da da akşam oluyor ve biz de turumuzu tamamlıyoruz ve bir kez daha şehre dönüş zamanı geliyor.

ULAŞIM
İSTANBUL-YALOVA 45 DK * FERİBOTLA YALOVA'YA GİDİLİYOR * YALOVA'DAN TERMAL YÖNÜNE DEVAM EDİLİYOR

12 Ocak 2008 Cumartesi

ANTALYA GEZİLECEK YERLER

ANTALYA Tarihi ve Kültürel Çevre Surlar Bu surlardan günümüze şehrin içindeki birkaç burç ile Hadrian Kapısı ve yanındaki kuleler, limana bakan büyük kule ve liman surlarının bazı parçaları kalabilmiştir. İki surdan biri yat limanını, diğeri şehri at nalı gibi kuşatır. Kale Kapısı Meydanında ayakta kalan kulelerden birisi saat kulesi olarak kullanılmaktadır. Surların kente girişi sağlayan dört kapısı vardır. Kaleiçi Bugün Antalya'nın "Tarihi Çekirdek Kenti" olan ve " Kaleiçi " adıyla tanınan semti büyük bir kısmı yıkılmış ve yok olmuş iki surla çevrilidir. İç sur, yarım daire şeklinde yat limanını kuşatır. Restorasyon çalışmaları sonucunda Kaleiçi , pansiyonları, barları, çarşısı ile turizm merkezi haline gelmiştir. Liman ise yat limanı olarak düzenlenmiştir. Keleiçi restorasyon çalışmalarından dolayı Turizm Bakanlığı'nı 28 Nisan 1984 de FİJET tarafından Altın Elma (Turizm Oskarı ) ödülü verilmiştir. Hadrianus Kapısı Zamanımıza kadar yanlarındaki iki kule ile sağlam kalan tek kapı Üçkapılar veya diğer adı ile Hadrianus Kapısı olup, Pamphylia'nın en güzel kapısıdır. M.S. 130 yılında imparator Hadrianus'un Antalya'ya gelişi onuruna yapılan kapı, sütunları hariç, tamamen beyaz mermerden yapılmıştır. Oyma ve kabartmaları olağanüstüdür. Eski Antalya Evleri Yazların çok sıcak ve kışların ılık geçtiği Antalya'da evlerin yapımında soğuktan çok, güneşi önlemeye ve serinlik sağlamaya önem verilmiştir. Gölgeli taşlıklar ve avlular hava akımını kolaylaştıran özelliklerdir. Depo ve hol görevi yapan girişi ile üç kat üzerine kurulmuştur. CAMİLER VE KİLİSELER Yivli Minare ve Külliyesi, Kesik Minare Camii, Bali Bey Camii, Muratpaşa Camii, İskele Camii, Karatay Medresesi, Ahi Yusuf Mescidi ve Türbesi önemli olanlardır. HANLAR Evdir Han Antalya'dan kuzeye giden yolda ilk durak yeri Evdir Handır. Bugünkü Antalya-Korkuteli karayolunun 1 km. doğusunda ve Antalya'ya 18 km. uzaklıktadır. En fazla dikkati çeken kısmı sivri kemerli portalı olan Evdir Han 1210-1219 tarihleri arasında İ. Keykavus tarafından yaptırılmıştır. Kırkgöz Han Antalya - Afyon arasındaki ikinci durak yeri Kırkgöz Han'dır. Kırkgöz Han Antalya'ya 30 km. uzaklıkta bulunan Kırkgöz'de Pınarbaşı mevkiindedir. Çok sağlam bir durumdadır. MİLLİ PARKLAR VE KORUNAN ALANLAR Düden Şelaleleri Şehir merkezine yaklaşık 10 km. uzaklıktadır. 20 m. yükseklikten dökülen şelalenin ana kaynağı " Kırkgöz Mevkii"ndedir. Aşağı Düden Şelalesi ise Lara yolu üzerinde merkeze 8 km. uzaklıktadır. Yaklaşık 40 m.lik bir falezden denize dökülür. Altınbeşik Mağarası Milli Parkı Beydağları Milli Parkı Güllük Dağı Milli Parkı Köprülü Kanyon Milli Parkı Kurşunlu Şelalesi Tabiat Parkı Alacadağ Tabiatı Koruma Alanı Çığlıkara Tabiatı Koruma Alanı Dibek Tabiatı Koruma Alanı MAĞARALAR Antalya ili sınırlarında turizme açılmış pek çok mağara bulunmaktadır. YAYLALAR Genel olarak 1000 m. ve daha fazla yüksekliği olan, yaz ayları oldukça serin geçen, Toros Dağları'ndaki yaylalarda, Antalyalılar ve Yörükler yaz mevsimini geçirirler. Bölgedeki başlıca yaylalar Bakırlı, Fesleğen, Yeşil Yayla, Saklıkenttir . SPORTİF AKTİVİTELER Kayak Merkezi Coğrafi konumu nedeni ile 4 mevsimin aynı anda yaşanabildiği Antalya'da, sahilde denize girerken, Antalya'ya 50 km uzaklıktaki Saklıken'te kayak yapmak mümkün olmaktadır. Saklıkent Kayak Merkezi Dağcılık ve Tırmanma Toros Dağlarının uzantılarından Beydağları Antalya il sınırları içindedir. 600-3086 m. yükseklikleri arasında yer alan dağlar jeologlar ve coğrafya bilimciler için değişik olanaklar sunar. Tekedoruğu , Bakırlı Dağ, Tahtalıdağ ve Kızlar Sivrisi önemli doruklardır. En yüksek doruğu 3086 m. ile Kızlar Sivrisi'dir. Dağcılar bu doruğa sedir ormanları ile kaplı Çamkuru Vadisi'nden ulaşılır. Dağa tırmanış bir gün içinde tamamlanabilir. Beydağları Rafting Köprülü Kanyon Milli Parkı sınırlarındaki Köprüçay , ülkenin en ilgi çekici rafting merkezlerindendir. Antalya'nın önemli turizm merkezlerinden olan Manavgat ilçesi sınırlarında akan Manavgat Çayı, rafting için elverişli parkurlara sahiptir. Köprüçay Manavgat Çayı Sualtı Dalış Antalya kıyılarındaki pek çok noktadan sualtı dalış yapmak mümkündür. Antalya Dalış Noktaları Avcılık Kıyı boyunda ve yaylalarda bol miktarda keklik, sülün, ağaç güvercini, bıldırcın, üveyik, kayalık kesimlerdi ve ovalarda yaban güvercinleri, çulluk, turaç, karatavuk vardır. Göller ve gölcüklerde yaşayan çok sayıda yaban ördeği ve yaban kazı kış aylarında kıyılara inerler. Sahilin ormanlık kesiminde geyik, tilki, sansar, alageyik , sincap, yaban keçisi, dağlarda ise ayı, kurt türleri bulunur. Balıkçılık Görmek isteyeceğiniz her türlü balığı Antalya sularında bulabilirsiniz. Akay , avcı, çipura, fangri , iskarmaç , iskorpit, isparit , istavrit, kılıç, kırlangıç gibi balıklar ve Akdeniz'e özgü girida balığı çok lezzetlidir. Akarsuların denizle birleştiği yerde özellikle levrek ve kefal bulunur. Turna, pisi, izmarit, böcek, istakoz ve kerevit de yakalanabilir. Antalya bir alabalık cennetidir. Bölge çaylarında bol miktarda bulunan alabalıkların yanısıra kefal, levrek, sazan ve yılan balıklarını da çeşitli akarsu ve göletlerde görmek mümkündür. Gençlik Kampları Antalya Kemer ilçesinde gençlerin faydalanabileceği Orman kampları bulunmaktadır. Orman Kampları COĞRAFYA Akdeniz Bölgesinin en önemli kentlerinden olan Antalya'nın kara sınırını Toros sıradağları oluşturur. İl bu kesimde, batıdan doğuya doğru Muğla, Burdur, Isparta, Konya ve İçel illeri, güneyde Akdeniz ile çevrelenmektedir. İl topraklarının üç tarafı yüksek dağlarla çevrilidir. En yüksek dağı Beydağı (3085m.) ve Akdağ (3075m.) dır. Bu dağların tümüne Güney Toroslar denilmektedir. Batıdan Eşen Çayı'ndan doğuda Kaledron (Kaldıran) Çayı'na kadar uzanan kıyı bandından kuzeyinde ovalar yer alır. İl sınırları içinde belli başlı akarsuları ise Alara Çayı, Dimçay , Manavgat Irmağı, Köprüçay , Eşençay ve Devrense Çayı'dır. Yörenin bitki örtüsünü oluşturan maki türleri Toroslar'ın etekleri boyunca ve yamaçlarında 300 m.ye kadar görülürler. Bu türler arasında ladin, katran ardıcı, mersin ve kocayemiş sayılabilir. Antalya ilinde iki iklim hüküm sürer. Sahil bölgesinde tipik Akdeniz iklimi: yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlıdır. Yukarı bölgede Akdeniz iklimi ile İç Anadolu iklimi arasında geçiş teşkil eden kara iklimi hakimdir. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı

merhaba

ANTALYA Yüzölçümü: 20.815 km² Nüfus: 1.132.211 (1990) İl Trafik No: 07 Antalya sahip olduğu arkeolojik ve doğal güzellikler sayesinde "Türk Rivierası " adını almıştır. Deniz, güneş, tarih ve doğanın sihirli bir uyum içinde bütünleştiği Antalya, Akdeniz'in en güzel ve temiz kıyılarına sahiptir. 630 km. uzunluğundaki Antalya kıyıları boyunca, antik kentler, antik limanlar, anıt mezarlar, dantel gibi koylar, kumsallar, yemyeşil ormanlar ve akarsular yer alır. Palmiyelerle sıralanmış bulvarları, uluslararası ödül sahibi marinası, geleneksel mimarisi ile şirin bir köşe oluşturan Kaleiçi ve modern mekanları ile Türkiye'nin en önemli Turizm Merkezi olan Antalya, Aspendos Opera ve Bale Festivali, Uluslararası Plaj Voleybolu, Triathlon , Golf Müsabakaları, Okçuluk, Tenis, Kayak yarışmaları vb. etkinliklere, 1995 yılında açılan Antalya Kültür Merkezi ile de plastik sanatlar, müzik, tiyatro, sergi gibi birçok kültürel ve sanatsal etkinliğe ev sahipliği yapmaktadır. İLÇELER: Antalya ilinin ilçeleri; Akseki, Alanya, Elmalı, Finike, Gazipaşa, Gündoğmuş, İbradı , Kale, Kaş, Kemer, Korkuteli, Kumluca, Manavgat ve Serik'tir. Akseki: Alanya'dan sonra Antalya ilinin en eski ilçesi olan Akseki Torosların yapısına uygun engebeli ve dağlık bir görünüme sahiptir. Antalya ili ve çevresinde son yıllarda görülen turizm alanındaki gelişmelere paralel olarak, Akseki ilçesinde turizm faaliyetleri gelişmektedir. Avcıların ve turistlerin uğrak yeri olan Akseki, "KARDELEN ÇİÇEĞİ' nin ana yurdudur. Kış aylarında Kardelen Çiçeğini görmek için yerli ve yabancı turistler ilçeyi ziyaret eder.Giden Gelmez Dağları, dağ keçisi koruma ve av sahası avcıların ücretli olarak devamlı avlanacağı yer olup, Sinan hoca ve Gümüşdamla köylerinde kurulan alabalık üretme tesisleri avcıların ve turistlerin uğrak yerleri arasındadır. Göktepe Yaylası, Çimi Yaylası, Irmak Vadisi son aylarda keşfedilen 340 metre derinliğindeki Bucakalan Mağarası, ilçe merkezindeki Ulu Camii ve Medresesi görülmeye değer diğer eserlerdir. Elmalı: Likya bölgesi içerisinde yer alan Elmalı'nın kesin kuruluş tarihi bilinmemektedir. Doğuda Semahöyük yakınlarında Karataş'ta , batıda Beyler Köyü yakınındaki Beyler köyünde yapılan kazılar bölgenin bronz çağından bu yana iskan edildiğini göstermektedir. Höyükler: Şehre bağlı köylerde üç höyük bulunmaktadır. Bunlardan ilki şehrin batısındaki Müğren Köyü'ndeki höyüktür. Arkeolojik yüzey araştırmaları burada çeşitli uygarlıklara ait izler olduğunu göstermektedir. Yine batıda Semahöyük Köyü'nde bulunan ikinci höyüğün üstünde Osmanlı ve Türk mezarlığı bulunduğu için bugüne kadar araştırma yapılmamıştır. Üçüncü ve en büyük höyük ise şehrin güneyinde, Elmalı - Kaş yolu üzerinde, Beyler Köyündeki Beyler Höyüğüdür. Bu höyükte yapılan kazılarda, bronz çağından bu yana devamlı bir yerleşimin izleri görülmektedir. Kazılarda çıkarılan arkeolojik buluntular Antalya Müzesi'nde sergilenmektedir. Tümülüsler : Şehrin doğusunda, Elmalı'ya 6 km. uzaklıktaki Bayındır Köyü yakınlarındadır. Yan yana duran birkaç tümülüsten birinde yapılan kazılarda M.Ö. 7. yy.a ait buluntulara rastlanmıştır. Antalya Müzesi'nin özel bir bölümünde sergilenen bu buluntular bölgenin bu dönemdeki yaşamından kesitler vermektedir. Anıt Mezarlar Bilinen iki anıt mezar vardır. Bunlardan ilki Karaburun diğeri ise Kızılbel'dedir . Antalya - Elmalı yolu üzerindeki Karaburun Kral mezarı odasının duvarları av ve savaş sahnelerinden oluşan fresklerle süslüdür. Kızılbel mezar anıtı ise şehrin batısında Elmalı - Yuvayol yolu üzerindedir. Kalker bloklardan oluşmuş bir odadan ibarettir. Define: 1984 yılında Antalya - Elmalı yol çizgisinin hemen kuzeyinde, Kral Mezarı ile Gökpınar Köyü arasında bulunmuştur. 190 adet gümüş antik sikkeden oluşan bu define antika kaçakçıları tarafından Amerika'ya kaçırılmıştır. Halen özel bir kişinin malı olarak Boston Museum Fine Arts'da bulunmaktadır. Yeryüzünün en kıymetli antik sikkesi olarak nitelenen Atina Decadrachmeleri (14 adet, her biri 600.000$) bu büyük define yer almaktadır. Camiler: İlçede yer alan Selçuklu Camii, Kütük Camii, Sinan-ı Ümmi Camii, Ömer Paşa Camii ve Külliyesi kentin görülmeye değer eserleridir. Korkuteli: Antalya'ya 67 km. uzaklıktadır. Korkuteli'nin 3 km batısında, bugün yalnız kapısı ayakta kalan Alaaddin Camii ve yine aynı yörede, 1319'da Hamidoğulları'ndan El Emin Sinaeddin tarafından yaptırılan ve aynı adla anılan Selçuklu Medresesi görülebilir. Gündoğmuş: Antalya'ya 182 km. mesafedeki Gündoğmuş ilçesinde pek çok antik kent kalıntısı bulunmaktadır. Güzel Bağ Bucağı'nın kuzeyinde 7 km. mesafede ve halen kazı yapılmamış olan Ayasofya Şehri, Gündoğmuş şehir merkezinin güney-batısında ve şehre 7 km. mesafede Sumene mevkisinde, Asar Harabeleri, Senir Köyü' nün doğusunda 2 km. mesafedeki Kese Mevkiindeki harabeler, Gündoğmuş Şehir merkezinin güney-batısında ve şehre 11 km. mesafedeki Gedfi Harabeleri önemli antik kent kalıntılarıdır. İlçe merkezindeki Cem Paşa Camii, Gündoğmuş/Pembelik Köyü arasında ilçe merkezinin doğusundaki, 15 km. mesafedeki Sinek Dağı'nın tepesindeki harabeler, Alanya/Konya Kervanyolu , Gündoğmuş/ Antalya karayolu üzerinde Taşağır mevkisinde Kazayir Şehri Harabeleri diğer görülebilecek eserlerdir. Gazipaşa: Antalya'ya 180 km. mesafedeki Gazipaşa, 10 km. uzunluğundaki kumsalı, orman kaplı alanları, turkuaz mavisi koyları, doğal güzellikleriyle şirin bir ilçedir. İskele, Koru ve Kahyalar plajlarının bulunduğu kumsallar, Caretta Caretta kaplumbağalarının önemli bir üreme merkezidir. Bugüne kadar bakir kalmış Gazipaşa, konaklama, dinlenme tesisleri, tarih ve doğa güzellikleri, yapımı süren havaalanı ve yat limanı ile gözde bir turizm merkezi olma yolunda ilerlemektedir. Antik Kentler Antiocheia Adcragum : Gazipaşa ilçesinin doğusunda, 18 km. uzaklıktaki Güney Köy sınırları içerisindedir. Kentin adı Kommagene Kralı 4. Antiochus'dan gelmektedir. Kalesi, sütunlu cadde, agora, hamam, zafer takı, kilise, kentin nekropol alanı kalıntıları bulunmaktadır. Kentin nekropolünde bölgeye özgü beşik tonozlu, ön avlulu anıtsal mezarlar oldukça iyi korunmuştur. Adanda- Lamos : Antik kent, Gazipaşa ilçesinin 15 km. kuzeydoğusundadır. Bugünkü Adanda köyünün 2 km. kuzeyinde, yüksek ve sarp bir dağın zirvesinde kurulmuştur. Kent surlarla çevrilidir. Kentin giriş kapısının güneyinde, büyük bir kule bulunmaktadır. Kentin diğer kalıntıları arasında doğal kayaya oyulmuş çeşme ve iki adet tapınağı sayabilir. Bu kentin nekropolünde de blok taşların oyulması ile yapılmış yekpare lahitler önemli kalıntılar arasındadır. Kalıntılar, dağlık Klikya bölgesinin kültürünü ve sanatını en iyi şekilde yansıtmaktadır. Nephelis : Antik kente ulaşım, Gazipaşa-Anamur 12. km.'sinden sonra Muzkent Köyünün içinden geçerek güneye sapan yaklaşık 5 km. stabilize bir yol ile sağlanmaktadır. Kent, akropol ve doğu-batı boyunca uzanan kalıntılardan oluşmaktadır. Kentin ayakta kalabilmiş yapıları Orta Çağ Kalesi, Tapınak Odeon Sulama sistemi ve nekropol alanlarıdır. Selinus : Gazipaşa Plajının bulunduğu Hacımusa Çayının güneybatısındaki yamaçlarında yer alan antik Selinus kenti, dağlık Klikya bölgesinin en önemli kentlerinden biridir. Kentin akropolü tepeye kurulmuştur. Tepe üzerindeki Orta Çağ Kalesinin sur duvarları ve kuleleri oldukça iyi korunmuştur. Akropol, içerisindeki kilise ve sarnıç günümüze kadar gelebilmiş önemli yapılardandır.Kentin diğer yapıları hamamlar, agora, İslami Yapı (Köşk), su kemerleri ve nekropol'dur . Alanya Müzesindeki ostoteklerin çoğunluğu Selinus Nekropolünden getirilmiş olup, burada ostotek atölyesinin varlığını sürdürmektedir. Kumluca: Alakır Çayı ile Gavur deresinin dağlardan sürükleyip getirdiği alüvyonlu bir ovada yeralan Kumluca Finike ve Elmalı İlçeleri ile çevrelenmiştir. Kumluca sahil boyunca plajlar, konaklama tesisleri ve koylara sahiptir. Kumluca'nın 27 km. kuzeyinde yeralan Altınkaya yaylası, Alabalık üretme çiftliği, Sedir Ormanları ve bol suları olan güzel bir yayladır. Korydalla ve Olympos Antik kentleri Kumluca ilçesi sınırlarında yer almaktadır. Alanya: Alanya, geniş plajları, tarihi eserleri, modern otel ve motellerin sayısız balık lokantaları, kafe ve barlarıyla mükemmel bir tatil merkezidir. Gelenleri ilk karşılayan, Alanya Yarımadası'nın üzerinde bir taç gibi kurulmuş olan ve 13. yüzyıldan kalma şahane Selçuklu Kalesidir. Etkileyici kalenin yanı sıra eşi benzeri olmayan tersanesi ve anıtsal güzellikteki sekizgen Kızıl Kule görülmeye değerdir. Limanı çevreleyen kafeler ve barlar akşam saatlerinde liman yolu boyunca el sanatları, deri, giysi, mücevherat, el çantaları ve yöreye özgü ilginç renklere bezeli su kabaklarının satıldığı butikler yer alır. Eğer mağaraları keşfetmekten hoşlanıyorsanız Damlataş Mağarası'nı gezmeniz gerekir. Mağara yakınında Etnografya Müzesi yer almaktadır. Tekneyle üç deniz mağarasına ulaşabilirsiniz: fosforlu kayalarıyla Fosforlu Mağara, korsanların kadın esirleri tuttukları Kızlar Mağarası ve Aşıklar Mağarası. Alanya'nın 15 km. doğusunda yer alan Dim Çağı Vadisi gölgelerin serinliğinde dinlenmek için ideal bir yerdir. Tüm sahillerinden denize girilebilen Alanya tam bir güneş, deniz, kum cennetidir. Finike: Finike, Antalya iline bağlıdır. Portakalları ile ünlü Finike tarihle, doğa ve denizin birleştiği bir turizm beldesidir. Portakalları ile tanınan kent, Limyra kenti kalıntıları ve Arykanda antik kenti kalıntıları ile ilgi görmektedir. Kaş: Likya'nin önemli kentlerinden olan Kaş, ilçeyi çevreleyen Antik Döneme ait kentler ve tarihsel degerlerle doyumsuz kültür seyahatleri; Akdeniz'in derinlerde yarattığı heyecanlari doruklarda hissettiren sualtı dalışları; nehirlerde yapılan macera dolu 'kano turları', ekolojik uyumun keşfedildiği 'doğa yürüyüşleri'; derin ve karanlık mağaralara teknik donanımlı mağara dalışları; yüksek dağlardan turkuaz rengli suların manzarasına süzülen 'yamaç paraşütü'; Akdeniz'de değerli taşları andıran adalar ile çevreye yapılacak 'Mavi Yolculuk ve tekne turları; damak tadınıza uygun deniz ürünleri ve dağlarda yetişen kokulu otlarla tatlandırılan yöresel yemeklerden oluşan mönüsü; yüzlerce yılın mirası, el sanatlarının çeşit ve güzelliği; Kaş'ın bağlı olduğu Antalya ve ilçelerine ait turizm merkezleri ile tabiat, tarih ve kültür zenginliğini, alternatif turizm imkanları ve çevresinde yer alan turizm merkezlerinden oluşan renkli yelpazesi" ile düşsel bir mekandır. Manavgat: Antalya İline bağlı olan Manavgat tarih ve doğanın içiçe girdiği her türlü turizm aktivitesinin yapılabildiği bir turizm merkezidir. Serik: Antalya'nın ilçesi olan Serik, önemli Pamfilya kenti olan Aspendos'u barındırmaktadır. Günümüze kadar bozulmadan ulaşan, mükemmel akustiğe sahip Aspendos Tiyatosu , bugün önemli sanat etkinliklerine ev sahipliği yapmaktadır. Kale ( Demre ): Antalya, iline bağlı olan Kale Noel Baba' nın yaşadığı yer olarak önemli bir inanç turizmi beldesidir. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı